Bilimin Eksik Yarısı: Kadın Sağlığında Araştırma Açığı
- Kader Gül Odabaş

- 12 Eki
- 5 dakikada okunur
Abartıyorsun, duygusalsın, dramatiksin, şımarıksın, KADINSIN...
Sadece Fazla Hassas (!)

Kadınların kendi bedenlerinde yaşadıkları tıbbi deneyimler bilimsel ve toplumsal düzeyde sıklıkla geçersiz sayılmakta, çoğu zaman önemsizleştirilmekte veya yalnızca psikolojik etkenlere indirgenerek değerlendirilmemektedir. Bu durum, kadın sağlığına ilişkin sorunların sistematik şekilde göz ardı edilmesine ve biyomedikal araştırmalarda ciddiyetle ele alınmamasına yol açmaktadır.
MÖ 1900 yılında Mısırlılar davranış bozukluklarını rahimle bağdaştırıyordu. Bu nedenle eski yunan dilinde rahim anlamına gelen hustera kelimesinden "histeri" kelimesi üretilerek kadında gözlenen bir çok problem tek kelimeyle savuşturuldu. Günümüzde ise hala psikosomatik şikayetlerle belirgin psikonevrotik bozukluk olarak literatürde yer almakta ve büyük oranda kadınlar için kullanılmaktadır.
Kadınların tıbbi şikayetlerinin sistematik biçimde psikolojik veya biyolojik olarak küçümsenmesi, toplumsal ve bilimsel düzeyde önemli bir sorun teşkil etmektedir. 'Histeri' terimiyle özetlenen, kadınların duygusal ve bedensel deneyimlerini indirgemeci olarak tanımlayan hatalı teşhisler ve kadınların klinik araştırmalardan kasıtlı biçimde dışlanması bu sorunun başlıca örneklerindendir. Kadın sağlığına ilişkin sorunların sürekli olarak görmezden gelinmesi ve yeterince dikkate alınmaması, çağdaş toplumda yaygın bir uygulama halini almıştır. Bu durumun doğrudan bir sonucu olarak, günümüzde pek çok kadın, tanı ve tedavi süreçlerinde ciddi belirsizliklerle karşı karşıya kalmaktadır.
Endometriozis: Normalleştirilmiş Acı
Endometriozis, doğurganlık çağındaki her on kadından birini etkileyen, rahim dokusunun rahim dışında büyümesiyle oluşan iltihaplı bir rahatsızlıktır. 160 yıl önce tanımlanmış olan endometriozis, hastalığın tanımı dahil olmak üzere pek çok önemli bilgi eksikliklerine sahiptir. Uzun yıllar önce isimlendirilmiş olmasına rağmen "abartılı regl ağrısı" adı altında göz ardı edildi ve yeterince araştırılmadı.
Bilgi eksikliğinin özensizlikle karışmasıyla teşhis süresi, çoğu kadında 7 ila 10 yıla kadar uzamakta. Kronik ağrı, kısırlık (hastaların %50’si), depresyon, halsizlik, baş dönmesi, mide bulantısı... Zor semptomları ve yaygınlığına rağmen endometriozis araştırmalarına ayrılan fon kırıntı düzeyinde. Crohn hastalığına (kronik inflamatuar bağırsak hastalığı) ayrılan fon endometriozise kıyasla hasta başına 65 kat daha fazladır. Bu tablo, endometriozisin ciddi şekilde yetersiz finanse edildiğini göstermektedir. Hastalara tedavi seçeneği olarak ağrı kesiciler ve cerrahi yöntemler sunuluyor. Cerrahi tedavi sonrası endometriozis nüksü, kullanılan cerrahi teknik, lezyonların tam olarak çıkarılıp çıkarılmaması ve sonrasında hormonal tedavi uygulanıp uygulanmamasına bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor. Ancak farklı çalışmalarda bildirilen verilere göre, hastaların yaklaşık %40–50’sinde, 5 yıl içinde semptomların veya lezyonların tekrar ortaya çıktığı gözlemlenmiştir.

Laboratuvarlarda “Erkek” Odaklı Bilim
Bilim insanlarının yıllardır bildiği bir gerçek var: dişi hayvanların ve kadınların hormonal döngüleri (“estrus cycle”) araştırmalarda farklı sonuçlar doğurabilir. Hormonal dalgalanmalar ve genetik özellikler nedeniyle uygulanan tedavilere verilen tepkiler değişiklik gösterebilir. Yani bir tedavinin kadınlarda erkeklerden farklı etki göstermesi aslında şaşırtıcı değil.
Ama işin acı yanı şu: bu bariz gerçek çoğu zaman görmezden geliniyor. Araştırmalarda erkek denekler daha çok tercih ediliyor. Neden mi?
Maliyet: Dişi hayvanların hormonal döngülerini takip etmek zaman alıyor.
Kolaylık: Gebelik ihtimalini yönetmek zor.
Kâr: Büyük kuruluşlar için dişi hayvanların yavru doğurması, deneylere dahil edilmelerinden daha kazançlı sayılıyor.
Dişi deney hayvanlarının kullanılması, onların hormonal döngülerinin izlenmesini ve gebelik ihtimalinin kontrol edilmesini gerektiriyor. Bu da araştırmayı hem daha uzun hem de daha pahalı hale getiriyor. Büyük kuruluşlar için, dişi hayvanların deneylere dahil edilmesi yerine onların yavru doğurması daha “kârlı” sayılıyor. Yani ekonomik kaygılar, bilimin bütünlüğünün önüne geçiyor. Sonuç? Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar için hastalıkların kökeni ve tedavisi konusunda büyük boşluklar oluşuyor.
İnsan çalışmalarında da benzer bir durum var. Gebelik ihtimali olan kadınların klinik ilaç testlerine alınması çoğu zaman riskli bulunuyor. “Ya ilaç bebeğe zarar verirse?” endişesi nedeniyle kadınlar başlangıç aşamasında çalışmalardan dışlanabiliyor. Evet, bu kaygı anlaşılabilir ama aynı zamanda kadınların tedavi seçeneklerinden dışlanmasına neden oluyor. Böylece “kadınları koruma” bahanesi, aslında onların sağlığını riske atan bir körlüğe dönüşüyor.
Kağıt üzerinde bazı düzenlemeler var. Örneğin ABD’de NIH (National Institutes of Health) gibi kurumlar araştırmalarda cinsiyet faktörünün dikkate alınmasını şart koşuyor. Ancak iş yayınlara gelince çoğu çalışmada bu yapılmıyor. Cinsiyet analizi ya hiç yapılmıyor ya da sonuçlara dahil edilmiyor. Böylece “tek tip insan” olarak kabul edilen erkek deneklerin sonuçları kadınlara da genelleniyor.
Oysa biyoloji bize çok net şeyler söylüyor:
Kadınların bağışıklık sistemleri erkeklerden farklı çalışıyor.
Hormon düzeyleri cinsiyetler arasında yaşam boyu farklılık gösteriyor.
İki cinsiyetin kromozomal düzeyde bile farklı işleyişleri var.
Buna rağmen kalp hastalıkları, böbrek rahatsızlıkları ve birçok immünolojik hastalık kadınlarda daha sık görülse de, araştırmalarda erkeklere öncelik tanınıyor. Yani kadınların daha çok etkilendiği hastalıklarda bile kadın verileri sınırlı.
Durum bazen daha da vahim olabiliyor. Bazı yayınlarda:
Deneklerin cinsiyeti hiç belirtilmiyor,
Sadece tek bir cinsiyet kullanılıyor,
Ya da iki cinsiyetten veri toplanıyor ama belirtilmeden tek bir sonuçmuş gibi birleştiriliyor.
Bu da hem bilgi kaybına hem de yanıltıcı bulgulara yol açıyor. Veriler doğru analiz edilmediğinde, bilim; kadınların biyolojik gerçeklerini yok sayan bir tablo çiziyor.

Kadınların klinik araştırmalardan sistematik biçimde dışlanmasının kökleri aslında onlarca yıl öncesine dayanıyor. 1977’de ABD’de FDA, doğurganlık çağındaki kadınların klinik deneylere alınmasını yasakladı. Gerekçe açıktı: gebelik ihtimali ve olası riskler. Bu yasak 1990’larda kalktı ama etkisi hâlâ sürüyor. Bugün bile gebelikte ilaç kullanımı, hakkında en az şey bildiğimiz konulardan biri. Kadın ve bebek sağlığı açısından kritik bir boşluk var.
Araştırma fonlarına bakıldığında tablo daha da düşündürücü. Kadınlara özgü hastalıklar ya da kadınlarda daha sık görülen rahatsızlıklar, benzer derecede yaygın erkek hastalıklarının çok gerisinde destekleniyor. Sonuçta kadın sağlığına ayrılan kaynaklar, toplumun gerçek ihtiyaçlarını yansıtmıyor.
Aspirin, uyku ilaçları, depresyon ilaçları gibi yaygın kullanılan birçok ilacın yan etkilerinin kadınlarda daha ağır olduğu sonradan fark edildi.
1997–2000 yılları arasında ABD’de piyasadan çekilen ilaçların %80’i, kadınlarda ciddi yan etkiler görülmesi nedeniyle geri toplandı.
Yani kadınların araştırmalardan dışlanması, sadece teorik bir “eşitsizlik” değil; doğrudan kadınların sağlığını tehdit eden, hayatlarına mal olabilen bir eksiklik.
Bazen komik bir şaka gibi geliyor ama gerçek: Toplumun yarısını oluşturan kadınlar, erkeklerden farklı moleküler ve fizyolojik özelliklere sahip olmalarına rağmen, piyasaya sunulan tedavi yöntemlerinin kadın fizyolojisi görmezden gelinerek inceleniyor.
Kadın sağlığı sadece kadınların meselesi değil. Bu, bilimin tarafsızlığına gölge düşüren, toplumsal eşitliği zedeleyen bir sorun. Görünmezlik zincirini kırmak için daha adil fonlama, cinsiyet temelli araştırmalar ve sağlık politikalarında köklü değişiklikler gerekiyor.
Kadınların maruz kaldığı sosyal, ekonomik, psikolojik ve tıbbi sorunları sadece 8 Mart’ta değil, yıl boyunca, sık sık gündemde tutmak şart. Çünkü bu mesele, tek bir günle sınırlanamayacak kadar kritik.
Kaynaklar ve Öneriler Okumalar
Ellis, K., Munro, D., & Clarke, J. (2022). Endometriosis is undervalued: a call to action. Frontiers in global women's health, 3, 902371.
Guo S. W. (2009). Recurrence of endometriosis and its control. Human reproduction update, 15(4), 441–461. https://doi.org/10.1093/humupd/dmp007
Justice, M. J. (2024). Sex matters in preclinical research. Disease Models & Mechanisms, 17(3), dmm050759.
Kronzer, V. L., Bridges, S. L., Jr, & Davis, J. M., 3rd (2020). Why women have more autoimmune diseases than men: An evolutionary perspective. Evolutionary applications, 14(3), 629–633. https://doi.org/10.1111/eva.13167
Miller, L. R., Marks, C., Becker, J. B., Hurn, P. D., Chen, W. J., Woodruff, T., ... & Clayton, J. A. (2016). Considering sex as a biological variable in preclinical research. The FASEB Journal, 31(1), 29.
Villavisanis, D.F., Schrode, K.M. & Lauer, A.M. Sex bias in basic and preclinical age-related hearing loss research. Biol Sex Differ 9, 23 (2018). https://doi.org/10.1186/s13293-018-0185-7
Wheeler, J. M., & Malinak, L. R. (1983). Recurrent endometriosis: incidence, management, and prognosis. American journal of obstetrics and gynecology, 146(3), 247–253. https://doi.org/10.1016/0002-9378(83)90744-5
Wheeler, J. M., & Malinak, L. R. (1983). Recurrent endometriosis: incidence, management, and prognosis. American journal of obstetrics and gynecology, 146(3), 247-253.
Zakiniaeiz, Y., Cosgrove, K. P., Potenza, M. N., & Mazure, C. M. (2016). Balance of the Sexes: Addressing Sex Differences in Preclinical Research. The Yale journal of biology and medicine, 89(2), 255–259.



Yorumlar